Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
22.10.20
Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Bu soru, insanoğlunun yüzyıllardır sorduğu, cevabını
bulmaya çalıştığı soru olarak bilinir. Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Bu dünyaya gelme amacımız nedir, niye geldik, buradan sonra hayat var mı?
Varsa, bu dünyadaki esas amacımız ne? Bunlar ve bunlar gibi, ama gayesi aynı
olan sorular..
Aslında, bu yazımda benim
değinmek istediğim ve merak ettiğim, bu vesileyle de sizlerin de fikrini almak
istediğim, soru şu!
2000 yıl önce
bu soruları soran insanla günümüz insanı arasındaki benzerlikler ve farklar nelerdir?
Acaba, 2000 sene önce yaşayan insanın bu sorulara cevap
arama gayreti daha mı fazlaydı? Bu soruları daha sık mı soruyordu
kendine?
Veya, tam tersine, o dönemlerde, esas amacı hayatta
kalmak olan insanın, bugüne nazaran daha zor olan hayatta kalma savaşında,
aklına gelmeyen sorulardan mıydı bu sorular?
Cevabını çok merak ettiğim bu
soruya, maalesef, kesin bir cevap bulma şansımız yok. Sadece bir hissiyatım
var. Hissiyatım, insanın geçmişte, daha fazla merak içinde olduğu, dünyaya
geliş amacını ve dünyadan sonrasını daha fazla ve metodik bir şekilde
sorguladığı yönünde.
İnsanoğlunun, konfor sağlama
çabasının altında ne yattığını geçmişte idrak ettiğini, ancak zamanla bu
idrakın derinliklerinde kaybolduğunu düşünüyorum.
“İnsansam, düşünmeliyim” en
temel yola çıkış parametresi.
“Daha sağlıklı düşünebilmek
için konfora ihtiyacım var” en temel gereklilik.
“Düşünürsem, tefekkür edersem
bulabilirim varoluş sebebimi” varılmak istenen istasyon.
İşte bu denklem içerisindeki sonucun cezbedici etkisiyle,
yani varoluş sebebini bulabilecek olma hissiyatıyla, hayallerini
gerçekleştirebilen insanoğlu; kendine konforu sağlayabilmiş, bilim ve teknik
olarak ilerlemiştir. Ancak, insan,
bu yolculuğu esnasında, yolculuğunun esas amacını ve kendi idrakını kaybetmiş
gibi geliyor bana. Sağladığı konforun ardından, varoluş sebebini düşünmeyen
insanoğlu, bir bunalım yaşıyor.
Bizler, en az son bin yıldır, “ilimde
ilerlerken irfanda ilerleyememiş” ,
ilerleyemediğimiz gibi, irfanını kaybetmiş değil miyiz, sizce de? Hal
böyleyken, insanoğlu yaşadığı bunalıma isimler bulmaya çalışıyor, bunalımlardan
kurtulduğunu zannedip mutluluğa göz kırpmış gibi yaparken, aslında sahte bir
dünyada olduğunu düşünüp, başka çarelerin var olması gerektiği umuduyla bir
yerlere sürüklenip duruyor…
Ne yani, tüm
gücümüzle varoluş sebebimize kafa yorup, düşüncelerden düşüncelere gark olsak,
sebep sonuç ilişkisiyle varoluş sebebimizi arayıp dursak, daha mı ulvi ve
mutlu hissedeceğiz kendimizi?… Bu düşünce sisteminin detaylarını ve bize
kazandıracaklarını bir sonraki yazıda, derinlemesine irdelemeye ne dersiniz?
Filibeli ne kadar da güzel
özetlemiş olayı, Akiller için amaç Seyr-i Bedayi diyerek…
Ya Rab! Hayatta nedir bu lezzet?
Hayata
rabteden bu garip kuvvet!
Hayat ki bîbeka pür derd-ü keder,
Yine emel o, nedir bu hikmet?
Bir an
bırakmaz insanı rahat,
Bin türlü âlâm, derd-i maişet,
Çocukluğunda ağlar beşikte,
Feryatla geçer o vakt—i ismet,
Civanlığında bin türlü âmâl,
Şeyhudetinde bin türlü mihnet,
Vakt-i ecelde mazı bir an,
Bir an için mi bunca sefalet!
Hatifi bir ses verdi cevabı,
Dedi: Hayatta bu zevk—ü kıymet,
Âkiller için seyr—i
bedayi,
Câhiller için yemekle şehvet
Not:
Bibeka: Sonsuz olmayan, devamsız
Pür: Çok
Alam: Dert
Derd-i Maişet:
Geçim Derdi
Şeyhudet:
İhtiyarlık
Mihnet: Eziyet
Hatifi:
Gaipten Gelen
Seyr-i Bedayi: İlâhî kudret akışlarını ibretle temâşa, varolma sebebini arama