NE İÇİN EĞİTİM?

NE İÇİN EĞİTİM?

26.05.21
26
Hasan Küçükkandemir
Hasan Küçükkandemir
Tüm Yazılar

Öğrencinin yaşı kaç olursa olsun ödev söz konusu olunca tüyler diken diken oluyor. Hele ki okuma veya yazmaya ilişkin bir ödevse adeta ölü taklidi yapıyoruz. İnsan Kaynakları Yönetimi dersinin ödevini okuduğumda da bu duygulara gark oldum. İtiraf etmeliyim ki, uslanmaz bir kolaycılıkla ödev olarak verilen kitapların sayfa sayısı en az olanını seçtim.

Ne İçin Eğitim isimli kitabı elime aldığımda ilk olarak başlık benim için ilgi çekici geldi. Kitabın isminin ne kadar anlamlı olduğunu, ülkemizde eğitimle ilgili sorulan soruların genelde “nasıl ve neden” gibi klişeler olduğunu anladım. Bu bana ilme başlangıcın doğru soruyu sormak ile olacağını düşündürdü. Nitekim, bir kısım insan tarafından antik Yunan’dan bu yana en büyük filozof olarak görülen Modern dönem filozofu Immanuel Kant da şöhretini üç büyük soruya borçluydu: Neyi bilebilirim? Ne yapmalıyım?  Neyi umut edebilirim? Yine Nietzsche hayatta kolay cevapların olmadığını, sadece zor seçimler olduğunu, bu seçimlerin ağırlığını anlamak için doğru soruların sorulması gerektiğini söylüyordu.

Kitabın sonradan anladığım bu çarpıcı başlığından sonra ilk aklıma gelen ise yazarın özgeçmişiydi. Nicholas Tate, Winchester Collage gibi prestijli ve köklü okullarda müdürlük yapmış bir eğitimciydi. Aynı zamanda kendi ifadesiyle “Modern dünyanın hem -eski moda pratiği- elden çıkarmasına hem de bütün iyi fikirlerin kendi icadı olduğunu düşünmesine neden olan kendine özgü bir küstahlığı var” diyerek ait olduğu medeniyet ile de bir kavga halindeydi. Kitabın alt başlığı olan “Büyük Düşünürlerin Görüşleri ve Günümüze Uygunlukları” aslında kitabın hemen hemen tamamında modern eğitim sistemine büyük düşünürlerin gözüyle eleştiriye zemin oluşturuyordu. Bu haliyle yazar daha ilk bölümlerden itibaren saygımı kazanmayı başardı. Ayrıca birkez daha teyit etmiş oldum ki bilgi pratikle buluştuğu zaman bir değer ortaya çıkabiliyor.

Kitap bana her şeyden önce büyük düşünürlerin büyüklüğünün farklı farklı ilim ve alanlarda ihtisaslaşarak bizim hezarfenlik dediğimiz sıfata sahip olmalarında saklı olduğunu düşündürdü. Bununla birlikte büyük düşünürlerin (Nietzsche hariç) ortak özelliklerinin okulda aldıkları eğitimden mutlu olmadıklarını anlamam da benim açımdan çok çarpıcı bir tespitti. Hatta Hannah Arendt, okulda mükemmel olmakla birlikte “itaatsizlik” nedeniyle okuldan kovulmuştu. Özellikle Montaigne ve Locke’da olduğu gibi Kant’ın okul yılları ile ilgili kölelikti ifadesi bu tespiti pekiştiriyordu.

Aristotalesçi bir yaklaşımla gençlerin eğitiminden tek sorumlu olarak devletin olması gerektiği, ortak amaç için ortak eğitim gibi bir fikri paylaşmıyorum. Ancak Aristotales’in “bütün hayatımızın temeli boş vakti doğru kullanma gücüdür” şeklindeki veciz sözü de günümüze ışık tutuyor. Yazarın burada, okulun aslında boş vakit olduğu, boş vaktin Latince scola’dan İngilizce’ye school olarak geçtiği tespiti ise çarpıcıydı.

Yazarın, büyük düşünürlere olan objektif yaklaşımı da beni oldukça etkiledi. Örneğin, Nietzsche’nin karışıklıkları, aşırılıkları ya da son dönemde düçar olduğu akıl hastalığının, ya da kız kardeşinin Nazi’ye katılması sonrası Nietzsche’yi Alman Milletçisi göstermesi çabalarının sadece Nietzsche’ye zarar vermeyeceğini, bu zararı kendimize de vereceğini söylüyordu. Yine Rousseau’nun 5 çocuğunu yurda vermesini anlamaya çalışarak onu düşünceleriyle oldukça önemsiyordu. Hatta bu konuda Arendt’in Nazi rejimine destek veren Heidegger ile olan irtibatı çok çarpıcı bir örnektir. Heidegger’in Nazilerin Yahudilere yaptıklarına dair pişmanlığını ifade etmemesine ve Yahudi akademik meslektaşlarına davranışlarına rağmen Ardent, Heidegger ile irtibatını hayatının sonuna kadar sürdürmüştür. Sanırım, bu yaklaşım yaşadığımız çağdaki en büyük eksikliğimiz. Medeniyet pınarlarımız olarak görmemiz gereken düşünürlerimizi ya tanımıyor ya da yaşadıklara çağa ilişkin görüşleri nedeniyle bugün yaşadığımız çağın değerleriyle onları itibarsızlaştırmaya çalışıyoruz.

Büyük düşünürlerin insanlığın mirası olarak tevarüs eden konularda birbirini içererek aşan bir yaklaşımları olduğunu ve onları büyük yapan metodolojinin de bu olduğunu müşahede ettim. Örneğin, Kant çağdaşı Rousseau’dan etkilenmişti ancak Rousseau’nun eğitimin mevcut toplumları dönüştürmek için potansiyel gücü hakkındaki kötümserliğini paylaşmıyordu. Aquinas, Aristotales’i köle gibi takip etmiyordu. Özellikle ruhun ölümsüzlüğü üzerine görüşleri Hristiyanlığa Aristotalesinkilerden daha yakın olan ve dört “temel erdem” sınıflamasını (ihtiyat, adalet, ılımlılık ve cesaret) Aquinas’ın kendi “Summa”sına absorbe ettiği Platonculuğa dayandırıyordu. Hatta bu birleştirici yaklaşımı Aquinas’ı “Thomas ne Platoncuydu ne Aristocuydu. Her ikisiydi” yorumlarına muhatap edecekti.

Son olarak, kitabı okurken sıklıkla ve bütününe ilişkin genel değerlendirmelerimde Türk-İslam Medeniyetinin eğitime ilişkin düşüncelerini okuyabileceğim bir kaynak var mı sorusu sürekli beni meşgul etti. Günümüzde çocuk sahibi olan hemen herkesin bildiği Montessori gibi eğitim modellerinin Rousseau gibi düşünürlerden tevarüs ettiğini öğrendim. Uygun düştüğü ölçüde bu eğitim modellerini almamız gerektiğini de düşünüyorum. Çünkü ecdadımız ilmi konularda böyle bir komplekse hiç girmemiş, ilmi insanlığın ortak mirası olarak değerlendirmiştir. Ancak bizim medeniyetimiz eğitim konusunda ne düşünüyor sorusu bana yeni bir araştırma alanı sundu.  Bu noktada beni umutlandıran birkaç işareti de kitabın içinde bulmak beni mutlu etti. Örneğin, Aristotales’in görüşlerinin Aquinas ve diğer Hristiyan bilim adamlarına İbni Sina ve İbni Rüşd gibi İslam düşünürlerinin yazılarıyla ulaşıyor olması buna en somut örnekti. Umudum ve beklentim o ki, medeniyet pınarlarımızdan beslenen eğitim modellerinin araştırıldığı, sorgulandığı, çalışıldığı bir kitap ile ne için eğitim sorusuna makul, makbul ve kapsamlı bir cevap verebilelim.

Ezcümle, kitabın başlığından anlayacağımız üzere ilmin ilk basamağı ve anahtarı doğru soruyu sormaktır. Peki soru doğru mu yanlış mı onu nasıl anlarız? Hz. Mevlana’nın deyişiyle “denizde inciler derinde, çer çöp sahilde olur”.

Selam ve muhabbetle.